Belki Görülmez Goril deneyini bilirsiniz. Gözünüz belli bir takımın kaç kere paslaştığını sayarken, sahneye giren kocaman gorili izleyicilerin neredeyse yarısı göremiyor… Bu deneyin sahipleri ve aynı isimli kitabın yazarları Christopher Chabris ve Daniel Simons. Onlara göre görsel dünyamızın sandığımızdan çok daha azını deneyimliyoruz. Odaklandığımız nesnelerin veya konuların dışında olanları algılamakta zorlanıyoruz. Kitabın ilk konularından birisi dikkatimiz…
Dikkat ve Beklenti
Biz, markamızın, ürünümüzün, kendimizin, reklamlarımızın görünür olduğunu varsayıyor olabiliriz, ancak bu ne kadar doğru? Gerçekten gözlemleyenin odağı, o anda sizde mi? Çevrede ne kadar çok dikkat dağıtıcı varsa, o kadar görme kapasitesi azalır. Bu bakımdan ortam içeriği belirler.
Bu deneydeki önemli konulardan birisi ise beklentidir. Görme işlemi beyin tarafından gerçekleştirilir; beynimiz, belleğindeki hafızayı da kullanarak, gözümüzden içeri giren bilgiyi anlamlı bir görsele çevirir. Beyin bilmediği ve beklemediği nesneleri görmekte zorlanır. Ülkemizde yaptığımız eğitimlerde ise gördüğümüz, kişilerin bazıları gorili göremezken, gerçekte olmayan ancak ortamla ilgili olabilecek nesnelerin var olduğunu iddia ettiler…
Beklemediğimiz şeyleri göremezken, olmasını beklediğimiz şeyleri de, olmasa da, orada olduğunu olduğunu iddia edebilecek kadar iyi hatırlayabiliyoruz.
Bu sadece görsel durumlar için değil, duygusal müşteri deneyimi için de geçerli. Beklenti Yönetimi oldukça önemli bir konu; her olumlu deneyim bir sonraki deneyimi etkiliyor.
Bellek
Anlaşıldığı gibi sadece dikkatimizi kısıtlı değil, hafızamız da yüzde yüz doğru değil… Hatırladığımızı düşündüğümüz şey ile gerçekten olan şey farklı olabilir. Bu da bizim açımızdan en önemli hafıza çeşidini ilgilendirir: Hikayesel Hafıza. Tüm marka ve deneyimleri bu çeşit hafıza olarak depolanır. Her defasında tekrar hatırlandığında hatıra ufak ufak değişebilir.
“Bellek, hem gerçekten olana, hem de olanları nasıl anlamlandırdığımıza bağlıdır.”
Hatırlamak istediklerimiz, hatıra tekrar akla geldiğinde, bu doğrultuda değişime uğrar. Ufak farklar ise zihin için anlamlı olmadığından dolayı genellikle fark edilmezler. Buna değişim körlüğü denmektedir.
Bazen ise aklımıza başka kaynaklardan gelmiş bilgiler de, sanki kendi deneyimimizmiş gibi hatırlanabilir. Hatıraların canlılığı ise, bizi duygusal bakımdan nasıl etkilediklerine bağlıdır.
Özgüven
İnsanların duyduğu özgüven de çoğu durumda yanılsamalardan ibarettir. Yeteneğin açıkça ölçülememesi, kendi becerilerimizi abartmamızı kolaylaştırır. Yapılan bir araştırmada, sınav sonuçlarından katılımcıların %75’i memnun olmaz. Kendilerinin daha iyi bir notu hak ettiklerini düşünürler. Aşağı yukarı insanların %90 ortalamadan daha başarılı olacağını düşünür. %40 oranında kişi yanılacaktır!
“Cehalet bilgiden daha fazla güven verir.” [Charles Darwin]
İyi performansımızı, yeteneklerimiz ile bağdaştırırken, hatalarımız genellikle şansızlık ve dış faktörlere bağlı olduğunu düşünme eğiliminde oluruz. Bir grup çalışmasında ise baskın kişiler grubu yönlendirir. İlk konuşanların görüşleri, çok yüksek bir oranda diğer kişiler tarafından kabul görüyor.
Bu da bizi başka bir sonuca götürüyor: Fikirlerini çabuk ve sık söyleyen birini özgüveni yüksek gibi algılıyor ve yeteneğinin göstergesi olarak değerlendiriyoruz. Asıl tehlike, özgüven, bilgi ve becerilerin çok ötesine geçtiğinde ortaya çıkıyor. “Bilmiyorum” demek bu aşamada bize yardımcı olacaktır.
Beceri kazandıkça özgüvenimiz artar, öte yandan aşırı ve sanal özgüvenimiz azalır.
Bilgi
Diğer bir yanılsama ise bilgimize olan güvenimizdir. Gerçekte bildiğimizden daha fazlasını bildiğimizi düşünürüz. Bu evrimsel açıdan baktığımızda mantıklıdır. Elimizdeki bilgiler ve kendimize olan güven ile hayatta kalma mücadelesi veririz. Aksi olsaydı, daha korkak ve endişeli olurduk… Ancak çoğumuz artık insanlığın ilk çağlarındaki gibi fiziksel tehlikeler ile dolu bir çevrede yaşamıyoruz. Bu sebeple kendi bilgi ve düşüncelerimize fazlasıyla tutunmaya ihtiyaç kalmamıştır.
Kimi zaman daha çok daha azdır.
Richard Thaler tarafından yapılan deneyde, katılımcılara yatırım araçları kullanarak, ellerindeki parayı yatırmaları istenir. Birinci grup, yatırım araçlarının performanslarını her 5 yılda bir görür; diğer grup ise her ay… İkinci grup çok sık bilgi aldığı için, bu bilgiye dayanarak daha sık değişiklik yapar, ancak ikinci grup diğer gruba göre 2 kat daha fazla para kazanır.
- Kısa vadeli bizi yanıltır…
- Sistemin bütününü göremez oluruz…
Bilgi ile ilgili son aklımızda bulundurmamız gereken konu şudur: Çok iyi bildiğimiz bilgilerin herkes tarafında az da olsa bilindiğini zannederiz. Bu özellikle iletişim ve eğitim konusunda bizi yanıltabilir.
Sebep
Zihnimiz geçmiş deneyim ve bilgilerini kullanarak gelecekle ilgili tahminlerde bulunur. Bu mekanizma bizi güvende tutabilmek, acıyı asgari seviyeye indirmek ve ödülü azami miktara çekmek için vardır. Çevremizdeki dağınık ve tesadüfi durumlardan örüntüler/kalıplar görmeye başlarız.
Olmadıklar şekilleri insan yüzüne benzetmek bu ilkenin en basit örneğidir. Birbirinden bağımsız iki olay aynı anda olma eğilimdeyse, birinin diğerine yol açtığı çıkarımını yaparız. Şirketin başarı veya başarısızlığının sadece şirketin en tepe yöneticisine atfedilmesi klasik bir sebep yanılmasıdır.
Kişisel hikayeler, beyinde limbik sisteme hitap eder. Bu sebeple daha çok akılda kalır ve kararlarımızda etkili olurlar. Bu faydalı bir referans bile olsa, bir kişinin deneyiminden yola çıkıp genellemeler yapma eğilimde oluruz. Bu kişi tanıdığımız veya tanınmış birisi ise etki katlanır.
Potansiyel
Potansiyel yanılgısı bizi beynimizde muazzam miktarda dokunulmamış zihinsel yeti olduğunu düşünmeye iter. Bu bakış açısı iki inancın bileşiminden doğar: İnsan beyninin kullanılmayan büyük bir potansiyeli vardır ve kolay teknikler ile bu potansiyeli kullanmaya başlayabiliriz. Bu iki inanç da doğru değildir. Beyin taramalarında gözüken renkli bölgeler sadece kullanılan bölgeyi göstermez; o bölgenin daha etkin kullanıldığını gösterir. Beynin bir çok bölgesi kullanılmaktadır ve birbirleri ile etkileşim içerisindedir.
Peki neden bu iddialar hiç zaman unutulmaz. Sansasyon yaratacak ilk bulgular çok ses getirir; örneğin beynimizin sadece %10’unu kullandığımız bir iddia… Daha sonra bunun doğru olmadığını ispatlayan çalışmalar ise o kadar ilgi toplamazlar. Ispanağın demir oranı da iyi bir örnektir.
Beyin faaliyetlerini artıracak oyunlar veya bulmacalar ise hala muammadır. Bir konuda veya oyunda pratik yapmak, o konuda sizin gelişmenizi sağlarken, bu diğer alanlarda da beynin geliştiğini ispatlamaz. Beyin yaşımız kaç olursa olsun öğrenme ve yeni nöral yollar oluşturma potansiyeline sahiptir, ancak bu konu üzerinde gerçekten emek harcamanız gerekir.
Bazı bilgisayar oyunlarının, eğer çok ilgili ise bazı aktiviteler için faydalı olmuştur. Öte yandan yapacağınız fiziksel etkinlikler ise beyin için her şeyden daha faydalıdır. O halde biraz yürüyüş yaparken tüm bu yanılsamaları gözden geçirip, farkına varabilirsiniz…
Bu aralar yürüyüşe çıkmam gerekiyor:) Sevgili Deniz yine çok güzel bir yazı kalemine sağlık
Sevgili Gülşah, çok teşekkürler 🙂 Sevgiler