Eğer bir halterci iseniz, ağırlık kaldırma arzusu ve niyeti yetmez. İçinizdeki şevki destekleyecek çalışmaların da yapılması gerekir. Antrenmanlar ile gerekli kas gücü ve teknik elde edilir. Kaslar çalıştıkça gelişir ve ağırlıkları kaldırmaya başlarız. Beyin de kaslara benzer; onu nasıl hazırlarsak, o da o şekilde çalışır ve hayatımızı olumlu veya olumsuz bir şekilde etkiler…
Kaslar ağırlık kaldırmaya veya hareket etmeye yarar, beyin ise duygu ve düşüncelerin merkezidir. Beyin nasıl koşullanmışsa, o yönde düşünmeye ve hissetmeye meyillidir. Devamlı aksi ve söylenen bir insanın beynini hayal edin. Tepkiler neredeyse otomatik bir hal almıştır. Beynimizdeki duygu ve düşüncelerimiz, dış dünyamızı belirler. Temel inançlar ile yoğrulan ve düşüncelerin kaynağı olan beyin, doğuştan gelen ve sonradan aile ve sosyal çevre sonucu mu oluşuyor? ‘Ağaç yaşken eğilir’ sözü tamamen doğru mudur? Yapabilecek bir şey yok mu?
En son nörolojik araştırmalar gösteriyor ki, yaşımız ne olursa olsun, hem yeni nöronların oluşması – neurogenesis – mümkün, hem de yeni nöral yolların oluşması – neuroplasticity – mümkün…
Değişiklikler mümkün ise, bu değişikliği yapacak kim? Beyin kendi kendini değiştirebilir mi? Bu mümkün mü? Tüm bu sorular bizi, asıl daha temel soruya yönlendiriyor: Kendi düşüncelerimizin farkına varan kim? Duygu ve düşüncelerimizi gözlemleyebiliyorsak, aslında duygu ve düşünceleri oluşturan beyin değilizdir. Bazı kitaplar ve yazarlar bunu zihin olarak tanımlasalar da, bu zayıf bir tanımlamanın ötesine gidemiyor. Kendinizi, zihnin ve beynin ötesinde görebilmenizin en temel yolu, zihni gözlemlemekten geçiyor.
Zihin bir maymun gibidir; devamlı duygu ve düşünce oluşturmaya programlanmıştır… Son yarım yüzyılın tüketime yönelik yaşam tarzı bu endişeli ve yalnız zihnin çalışmasını daha da körüklemiştir. Sanki devamlı karşımızda bir kaplan – tehlike – varmış gibi beta dalgasında, yani tetikte olan zihin, bedenin bağışıklık sistemini zayıf hale getirip, psikolojik ve bedensel hastalıklara davetiye çıkartıyor.
Peki zihni nasıl sakinleştirebiliriz? Cevap çok basit: Ona cevap vermeyerek… Onun çalışma sistemini anlamak, geçmişimizin bizi nasıl etkilediğini ve temelinde onu gözlemlemek farkındalığımızı artırır ve sonunda ona cevap vermemeyi başarabiliriz… O da sakinleşmeye başlar. Bunun adı ise meditasyondur.
“Bir anlamda geliştirdiğimiz beyin, hayatımıza etki eder.” [Daila Lama]
Meditasyonun faydaları, artık sadece Daila Lama gibi kişilerin savlarına dayanmıyor. Nörologların meditasyon yapanlarla yaptıkları sayısız araştırmalar, bilimsel olarak da meditasyonun beynimiz üzerindeki olumlu etkisini kanıtlıyor. İşte bunlardan bazıları:
- Kansere yol açan stres semptomlarını azaltır.
- Depresyon, endişeyi azaltırken, şefkat duygusunu artırır.
- Alfa ve teta beyin dalgası etkinliğini artırır; bu beden-zihin için çok faydalı.
- Öğrenme, hafıza, empati ve duygulardan sorumlu bölgelerde gri madde artırır.
Sonuç
Beyin muazzam bir organ, ancak diğer organlar gibi bedenimizin bir parçası. Kendimizi beyin/zihin olarak tanımlamadığımız sürece, onu yaşamayı dileğimiz hayat için hazır hale getirebiliriz. Bilim de bunu ispatlıyor; yaşımız ne olursa olsun, beynin yapısı değişebiliyor. Ömür beklentimiz uzarken, daha olumlu bir tavra sahip olabiliyoruz. Tüm bunlara pratik yaparak ulaşabiliriz. Bir süre sonra yepyeni bağlantılara sahip beynimiz hizmetimizde olacaktır.